EFSANELER
Şehri baştanbaşa kuşatan
surların güney batı-bölümüne
Benusen surları denir. Bu bölümdeki surlar içinde bilhassa Yedi kardeş ve Evlibeden
(Ukubeden ) burçları ayrı bir değer taşır. Çok sağlam, çok süslü kitabeli
burçlarıdır. Bu burçlara ve bulundukları çevreye Benüsen denmesinin günümüze
kadar gelmiş efsanesi şudur.
Zamanın
hükümdarı bu mıntıkada çok süslü, çok sağlam ve çok güzel iki büyük burç
yaptırmak istemiş ve bir müsabaka açmış. O sıralarda şehirde baş usta ,iki kişi
varmış, biri bu işlerin ustası, diğeride onun kalfası imiş. Bunlar müsabakaya
girmişler Yedikardeş burcunu usta, Evlibeden burcunu da kalfası yapmaya başlamışlar.
Burçlar tamlanmış. Hükümdar, erkanıyla, şehrinileri gelenleriyle bura gelmiş.
Neticede kalfanın yaptığı Evlibeden burcunun birinciliğine karar verilmiş. Buna çok
üzülen usta hırsından kendini Yedikardeş burcundan aşağı atmış, param parça
olup ölmüş. O günden bugüne, buraya Benüsen denir.Halk hekimliği, folklorun
kollarundan biridir. Diyarbakır’ın halk hekimliğinde karpuzun ayrı bir yeri vardır.
Karpuzun idrar söktürücü, böbrek taşlarını döktürücü olduğuna inanılır ve
şöyle denir.
Kavun ye bilegen bağ,
Üzüm ye rengen bağ,
Karpuz ye işegen bağ
Ayrıca
karpuzun, hazmı çok kolaylaştırıcı niteliğe sahip oldundan inanılır. Bunun birde
efsanesi var.
Lokman Hekim, peygamberlik
mertebesine erişmiş, bütün dertlerin dermanını bilen bir hekimmiş. Herhangi bir
hastalığın dermanını bilir, başını alır kırlara, dağlara çıkar
dolaşırmış. O, dolaşırken,her ot, her çiçek, her nebat ona hangi derdin dermanı
olduğunu söylermiş. O da buna göre, her hastalığın dermanını bulurmuş.Günün
birinde Lokman Hekim ölümsüzlüğün dedermanını bulma sevdasına kapılmış,
kırları dolaşa dolaşa, dağları aşa aşa, diyar diyar gezerek yolu Diyarbakır’a
varmış. Urum (Urfa) Kapısı’ndan içeri girmiş, zerzavatçılar (sebzeciler)
meydanına gelmiş. Orada gözü yığın yığın patlıcanlara deyince “ Hayret “
demiş. Bu patlıcanları yiyen halk, nasıl oluyorda hasta olmuyor? “ Biraz daha
yürümüş, dağlar kimi (gibi) üst üste yığılı koca koca karpuzları görünce “
Ha” demiş. “Yemekten sonra bu karpuzdan bol bol yiyiyorlar, sebebi bu” diyerek,
karpuzun birçok derde deva olduğuna kanaat getirmiş.
Diyarbakır
Kalesi’yle Harput Kalesi aynı zamanda, iki usta kardeşin nezaretinde yapılmıştır.
Diyarbakır Kalesi’nin kireci yumurta akıyla, Harput Kalesinin ki sütle
karılmıştır. Bu iki kalenin baş ustaları olan iki kardeş hala sağdırlar,onlar
ölümsüzlük suyundan içmişlerdir.Yanlız ara sıra uyanıp Diyarbakır Surları
yıkıldımı? Harput Kalesi duruyor mu? Diye sorarlar ve cevaplarını alıp tekrar
uykuya dalarlar. Çünki bu iki kalenin yıkılması kıyametin kopacağına işarettir.
Diyarbakır
kale kapılarının dördünün de Dersim’deki kilise kapıları olduğu ve buradan
sökülerek getirildiği rivayeti Diyarbakır’da da Dersimde’de yaygındır.
Her
insanın bir şeytanı olduğu gibi, her şehrin de bir şeytanı vardır. Yanlız
Diyarbakır şehrinin yoktur. Vaktiyle şeytan, Diyarbakır şehrinin altını üstüne
getirmek , halkın rahat ve huzurunu bozmak için, ortalığı karıştırmaya
başlamış.Şehir halkı iki eşraf ailesinin etrafına toplanarak birbirlerine
girmişler. Hergün döğüş,kavga, talan halk bundan bizar olmuş. Diyarbakır etrafı
evliyalar, nebiler, sahabilerle dolu kutsal bir şehirdir. Şehrin bu perişan haline
acıyan evliyalardan biri şeytanı yakalamış bir demir parçası haline sokarak
İçkale Kapı’sının sol üst tarfına zincirlemiş. Böylece şehir, yeniden huzur ve
rahata kavuşmuş, şeytansız tek şehir olmuş.
Şeytanı
sembolize eden bu demir parçası bugün de içkale Kapısı’nın sol üst yanında
zincirle duvara tespit edilmiş vaziyette duruyor.Bundan 15-20 sene evveline kadar
İçkale’ye giren herkes bu şekle tükürür ve “ Şeytana lanet olsun “ diyerek
kapıdan içeri girerdi.
Vaktiyle Karacadağ’ın tepesinde dağ kada büyük, kara
ejderha varmış. Ağzından saçılan nefesi bir alev gibi her tarafı yakarmış.
Günün birinde gökten çok kalın bir zincirin şakırtılar çıkararak dağa
sarkıtıldığı ve ejderhanın boynundan zincirlenip güklere çektirildiği
görülmüş. Halk ancak bundan sonra rahata kavuşmuş. Dağın, taşlarının hala kara
oluşu bundandır. Buralar ejderhanın nefesiyle yanan yerlerdir.
Bu
efsaneyi anlatan o bölge köylüleri dedelerinin bu ejderhayı göğe çeken zincirin
şakırtılarını ve ejderhanınbir gök gürlemesini andıran sesini duyduklarını
ısrarla söyler ve buna inanırlar.
Zembil Satan Efsanesi;
Silvan Kalesi’nin kuzey
tarafında bir tepe teşkil eden enkaz arasındaki burcun adına halk “Zembilfüroş”
burcu demektedir. Bunun bir efsanesi var.
Vaktiyle
Silvan kale burçlarının birinde yaşıyan, geçimini Zenbil satmakla temin eden evli
bir adan varmış. Bu çok güzel yapılı melek gibi bir adammış. Şehrin sokaklarını
gezerek zembil satmakta iken bir gün hükümdarın karısın arastlamış. Hükümdarın
karısı, bu erkek güzeli adama aşık olmuş. Ne kadar zembili varsa alacağını,
hepsini alıp sarayına getirmesini söylemiş. Adamda o gün ne kadar zembili varsa
yükleyip saraya götürmüş. Onı bekleyen hükümdarın karısı bütün zembilleri
almış ve adama aşkını açıklamış. Kendisine her türlü yapmaya hazırolduğunu,
yeter ki aşkına cevap vermesini dilemiş. Zembil satan, evli olduğun, böyle bir günah
işlemeyeceğini beyanla red cevabı vermiş. Kadın asılmalarına devam etmiş, bir
sonuç alamayacağını görünce, başka bir çare düşünmüş. Bir gün zembil satanı
gizlice takip ederek, Kaldığı burcu öğrenmiş. Kerndisi evde yokken karısına
giderek durumu anlatmış ve “sadece bir gece ben senin yerine geçeyim”, sen başka
yerde kal, sana ölünceye kadarkocan ve çocuklarınarahat geçinebileceğiniz kadar para
veririm”diyerek kadıncağızı kandırmış. Onun elbiselerini giyerek, geceyi
beklemiş. Zembil satan, gece evine gelip karısının yatağına girince hal ve
tavırlarından koynundaki kadının kendi karısı olmadığını anlamış ve hemen
sokağa fırlamış hükümdar karısı peşine düşmüş. Zembil satan, bu kadının
elinden başka bir kurtuluş yolu olmadığını anlayınca kendini bugün adını
taşıyan burçtan aşağı atarak paramparça olmuş. Ona aşık kadında kendini
peşinden atarak ölmüş. O günden bu güneburca zembilfüroş(zembil satan)Burcu
denmektedir.
Gelincik Dağı Efsanasi:
Çermik kasabasının batı-kuzeyinde bir
dağ vardır. Buna gelincik dağı denir.İnanışa göre, vaktiyle buradan bir gelin
alayı ağır ağır geçerken çocuklardan biri altını pislemiş, annesi başka bir
şey bulamadığı için yavrusunun pisliğini yufka ile temizlemeye kalkışınca
Tanrının gazabına uğramış ve bütün alay gelinle birlikte taş kesilmiş. Uzaktan
insan dizisi gibi görünen bu taş yığınları halen durur. |
|
|
|
sagmenupsd
|